4 Mayıs 2018 Cuma

ÇOCUKLARIN BAYRAMI 23 NİSAN

İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Atatürk ünlü 19 Mart 1920 tarihli bildiriyi yayımladı. Bildiride,"olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclisin Ankara'da toplanacağı, Meclis'e katılacak üyelerin nasıl seçilecekleri, seçilerin en geç onbeş gün içinde yapılması gereği, kesin ve kararlı ifadelerle yer alıyordu. Ayrıca, dağılan Meclis-i Mebusan'ın üyeleri de Ankara'daki Meclis'e
katılabileceklerdi.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temelleri Ankara'daki bu ilk tarihi binada atıldı. Birinci Meclis Binası, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın yönetim yeri olarak pek çok tartışma ve milli kararlara sahne oldu: Bu yapı bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak, ilk yılların anılarını sergiliyor. İllerde seçilen temsilciler ve Meclis-i Mebusan'ın bir kısım üyeleri Ankara'ya geldiler.
Ankara'nın o günkü şartları içinde Meclis'in toplanabileceği elverişli bir bina yok gibiydi. Sonunda, İkinci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti kulübü olarak yapılmış tek katlı bir bina uygun görüldü. Eksik kalmış yapı tamamlandı, okullardan toplanan ve halkın katkısıyla sağlanan eşyalarla donatıldı. Hazırlıklar tamamlanınca, Atatürk 21 Nisan'da yayınladığı ikinci bir bildiri ile, Meclis'in 23 Nisan günü toplanacağını ve açılış töreninin nasıl yapılacağını duyurdu.
23 Nisan 1920 Cuma sabahı erken saatlerde, Ankara'da bulunan herkes Meclis Binası çevresinde toplandı. Halk, kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu içindeydi. Hacı Bayram Camii'nde kılınan öğle namazından sonra, Meclis binası girişinde gözleri yaşartan muhteşem bir tören yapıldı. Saat 13.45'de, Ankara'ya gelebilen 115 milletvekili Meclis salonunda toplandı.
23 Nisan dünyada kutlanan ilk çocuk bayramıdır. Atatürk'ün Türk çocuklarına armağan ettiği bu bayram şenliklerine yabancı ulusların çocukları da katılır. Atatürk çocuklara çok değer verir, gezilerinde okullara uğrar, ders dinler, sorular sorardı. "Bugünün küçükleri yarının büyükleridir." diyen Atatürk, yönetimin bayram süresince öğrencilere bırakılması geleneğini başlattı. 23 Nisan'da yönetim birimleri seçimle gelen kurullar bir süre çocuklara bırakılır. Bu güzel gelenek her yıl yinelenir. Her 23 Nisan'da bütün Türkiye bir bayram alanı olur. Çocuklar törenlerde konuşmalar yaparlar, şiirler okurlar.

Türk müziği tarihi







türklerin müzik tarihi ile ilgili görsel sonucu

Türk müziğini yazıya dayanmaksızın açıklamanın güçlüğünü, kaynakların kısıtlı olmasını bir an an için göz ardı etsek bile, bunlar kadar önemli başka sorunları da burada belirtmemiz yararlı olacaktır. Türkler çok geniş bir coğrafyada, çok çeşitli devletleri kuran veya bünyesinde yaşayan, birbirinden farklı hayat tarzları olan büyük bir millettir.
 Türk müziği tarihi denildiğinde aslında hangi Türk Boyunun hangi dönemine ait müziğini anlamamız gerektiği de ayrıca önemli bir sorudur.
 Türk müziğinin yazılı kaynaklara dayanılarak anlaşılmaya çalışılan son sekiz yüz yıllık kesitine bakılarak daha önceki dönemlere ışık tutmamız hayli zor görünüyor.

türklerin müzik tarihi ile ilgili görsel sonucuTürk müziği denilince akla, dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış Türk topluluklarının özgün müzik kültürleri gelir ki bu da çoğunlukla birbirinde farklı karakterler gösteren müziklerdir.
 Müziği yapan ve uygulayan kişilerin daha ayrılmadığı, geleneksel seslerin o günün yaşantısı içinde yeniden üretildiği eski çağlarda, müziğin kutsal bir unsur olduğu düşünülmekteydi. Doğadaki seslerin birbirinin peşi sıra eklenmesiyle meydana getirilen bu sesler bütününe sihirli oldukları düşüncesiyle özel anlamlar yüklüyorlardı ve bu müzikleri ancak özel kişilerin icra etmesi söz konusuydu. Kam, Baksı, Ozan gibi din adamı, toplumsal önder, büyücü, şair gibi vasıfları bünyesinde barındıran bu kişiler aynı zamanda müzisyendiler. Müziğin sosyal işlevinin yanı sıra, dinsel işlevi de bu kişiler tarafından sağlanıyor ve uygulanıyordu.

Türkler Ön Asya’ya gelene kadar göçebe bir toplum yapısına sahip olduklarından, müzik icrasında kullandıkları çalgılar daima kolay taşınabilen nitelikte çalgılar olmuştur.
 Müziklerindeki ses sistemi de buna paralel olarak kurgulanmıştır ve tamamıyla doğal sesleri içerir. Seslerin eğitim sürecinden geçen ve özgün bir bilinçle düzenlendiği ses sistemleri ilk dönemlerde kullanılmamakta idi. Ancak hemen belirtilmesi gereken husus şudur ki, Türk müziği denildiğinde akla gelen bazı özellikler vardır.

  •  Bunlardan birisi Türk müziğinin ağırlıklı olarak söz eşliğinde kullanılan bir müzik olmasıdır. Hatta bazı müzikologlar Türk müziğini sözel bir müzik olarak nitelerler. Edebiyat ve müziğin birbirinin ayrılmaz parçası olması söze yüklenen misyonla ilişkilidir. Türkler yazılı olmayan dönemde dahi büyük bir sözlü edebiyat geliştirmişlerdi. Bu geleneğin izlerini  destani döneme kadar götürmek mümkündür. Sosyal hayatın tüm kesitlerinden izleri, felsefi, pastoral, didaktik örnekleri içeren bu edebiyat, Türklerin söze yüklediği misyon ve söze verdikleri önemin bir sonucudur. 
  • İkinci önemli husus, tarihin bilebildiğimiz dönemleri içinde yer alan Türk müziğinin makamsal bir müzik olduğudur. Bu makam sistemi bugün  kullanılan makam sisteminden zaman zaman farklılıklar gösterdiği bilinmektedir. Ön Asya’ya , Anadolu ve Balkanlara gidildikçe bu sistem yerini makamsal müziğe bırakmıştır. Türk müziğinin tarihsel seyrini böylesi bir kısa özetle vermek aslında yeterli olmamakla beraber, türlerin kendi gelişimlerini ve Türk müziği içinde konumlarını ilgili kısımlarda bulmak mümkündür.

2 Mayıs 2018 Çarşamba

ilk insanlar


İlk canlının ortaya çıkışı dünyanın ısı ve su dengesinin ortaya çıkardığı müsait ortamda ilk canlılar vücut  bularak dünyanın ilk sakinleri haline gelmişlerdir. Fosil bilimi araştırmacıları milyonlarca yıl önce var olan canlılara ait önemli bilgilere ulaşabildiler.Bizden milyonlarca yıl önce büyük kütleli devasa etobur ve otobur canlılar dünyanın bizden önceki ev sahipleriydi
ilk canlıların ortaya çıkışı ile ilgili görsel sonucu

Günümüzden 3.7 Milyar yıl önce ortaya çıkan canlılık ve yine zaman içerisinde ortaya çıkan canlı türleri 2.500.000 yıl önce meydana gelen büyük buzul çağıyla önemli ölçüde azaldı ve kimi türler tamamen yok oldu. Bu buzul çağı, milyonlarca yıl devam ederek yeryüzündeki canlıların varlıklarının gelişiminde ve çeşitliliğinde önemli ölçüde engelleyici rol oynadı. Hem canlı türlerinin çok kısıtlı olduğu, hem de soğuk hava koşullarının ipuçları bırakılmasına imkan vermediği bu süre zarfına ait bilgilerimiz oldukça kısıtlı.soğuyan yerküre, ancak 200.000 bin yıl kadar önce ısınmaya başlayarak canlı türlerine daha geniş yaşam imkanları sağlamaya başladı. Bu süreye kadar kısıtlı şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan canlı türleri ancak 200.000’li yıllardan sonra çoğalmaya ve yayılmaya başlayabildiler.

Buzul çağının tamamen son bulması ve yer kürenin buzul çağının etkisinden tamamen çıkması ancak 10.000 li yıllarda mümkün olmuştur.

İLK İNSANIN ORTAYA ÇIKIŞI

ilk canlıların ortaya çıkışı ile ilgili görsel sonucu
Günümüz için halen bir bilinmeyen ve gizemli bir olgu.  Evrenin varoluşunu, yerküre üzerindeki ilk canlının ortaya çıkışını, milyonlarca yıl önce yaşanmış buzul çağlarını ve canlı türlerini keşfedebilen bilim dünyası henüz İnsanlığın Varoluşu ile ilgili bilinmeyeni tam anlamıyla çözebilmiş değil.

Bilinmeyenlerle dolu bu gizemli varoluş süreci ancak kısıtlı teorilerle açıklanabiliyor. Üstelik sunulan teoriler temel dayanaklarında bile birbirleriyle çatışıyor. İnsanlığın ortaya çıkışı ile ilgili bilinmeyene yolculuğumuzda, bilim dünyasının ortaya çıkarttığı tezleri incelemek ve mantıklı olana itibar etmekle yetinmek zorundayız.

Bilim dünyası, insanlığın kökeni Cromagnon ve Neandertaller dir der. Tam olarak insan olmayan bu tür, insanın atası ve evrim teorisindeki insanla maymun arası bir geçiş evresi olarak değerlendiriliyor. Varoluşları 500 Bin yıl öncesine dayandırılan bu türler, tam olarak insan sayılmamakla birlikte hayvan olarak da nitelendirilmiyor. Konuşmayan, yazmayan, bunun yanında aklıyla hareket eden bu türler, zaman içerisinde insana dönüşerek yeryüzüne dağılmış olduğu ve buzul çağının ortadan kalkmasıyla evrimini tamamladığı kabul edilir.

Kutsal kitaplar, özellikle de Kur-an’ı Kerim, şüphesiz hem dünya hem insan ile ilgili pek çok bilgi ve bulgu sunuyor. Bilimin, bilginin ve tarih bilincinin çok kısıtlı olduğu bu dönemlerde, Kur-an’ı Kerim’in hem dünyanın hem dünya üzerinde yaşayan canlılar hakkında pek çok bilimsel bulgu sunuyor olması hepimiz için şaşırtıcı ve ibret verici kabul edilir.


Hem bilimin, hem Kur-an’ın bize sunduğu ipuçlarıyla elde ettiğimiz bulgu, çok net olmamakla birlikte kaynak olarak kullanabileceğimiz bir ortak sonuç ortaya koyuyor. İlk insanın tek bir noktada oluştuğu, bu insanın çoğalarak diğer insan topluluklarına temel teşkil ettiği kabul edilebilir bir gerçek. Paleontolojik çalışmalarda elde edilen ilk insanlara ait bilgiler, günümüzden 100 Bin yıl öncesine ait. Yani ulaşabildiğimiz en eski insan toplulukları bizden 100 Bin yıl önce yaşamıştır diyebiliriz.

EVRİM TEORİSİNİ SAVUNAN VİDEO                                                                                                     


DİNİ KİTAPTA YARADILIŞ VİDEO














29 Nisan 2018 Pazar

ATATÜRK DÖNEMİNDE DIŞ POLİTİKA 2



Milli mücadele döneminde bizzat Atatürk tarafından yönlendirilen Türk dış politikası yeni ve milli bir devlet kurma çabası , bir anlamda Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş diplomasisini oluşturmuştur. Milli mücadelenin askeri ve diplomatik aşamasını başarıyla sonuçlandıran Türkiye , Lozan barış antlaşmasıyla uluslararası alanda resmen tanınmıştır.



Kuruluşundan itibaren bağımsızlık ve toprak bütünlüğü konusunda son derece hassas davranan Türkiye'nin dış politikasına yön veren en önemli faktörlerden biri güvenlik endişesi olmuştur. Türk dış politikasını yönetenler en çok Batı'dan endişelenmişlerdir .

Dolayısıyla bu dönemde amaç ve yapılan farklı olmasına rağmen Türk dış politikasında Osmanlı dönemiyle belirgin bir devamlılık göze çarpar. Bu devamlılık; Osmanlı devletinin son yüzyılında dış politikasını etkileyen uluslararası sistemin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takip eden yıllarda da dünya politikasını denetim altında tutmaya devam etmesine bağlı olarak, algılanan tehdidin kaynağının aynı olması ile güç dengesi ekolünde yetişen dışişleri personelindeki devamlılıktan kaynaklanmaktadır.   


Türk dış politikası Milli Mücadele döneminde olduğu gibi, Lozan’dan sonra da tehlikenin Batı’dan gelmeye devam etmesinden dolayı uluslararası güç dengesi sisteminin kuralları çerçevesinde Sovyetler Birliği’ne dayanmaya devam etmiştir

ATATÜRK DÖNEMİNDE DIŞ POLİTİKA


atatürk dönemi dış politika ile ilgili görsel sonucu


Birinci  dünya savaşı sonunda yıkılan ve her taraftan işgale uğrayıp ,Batı sömürgeciliğini konu alan Osmanlı devletinin enkazı ve yıkıntılarından Türk olan kısımları kurtarıp özünde Avrupa modeline uygun bağımsız bir Türk milli devleti kurmaktı . Milli mücadele döneminde bu amaç sınırlı ve gerçekçi ama haklılığı inkar edemeyecek bir hedefti.bu dönemde dış politikanın temel niteliği bu gerçekçiliği ve hedeflerin tespitindeki ustalığıydı.


Son Osmanlı Mebusan meclisinde kabul edilen misak-ı milli , önce Erzurum kongresinde belirlenen sonra Sivas kongresinde genişletilerek teyid edilen ilkeleri kapsamaktaydı. bunlarda milli mücadelenin iç ve dış amaçlarını gösteriyordu. 


Hedefe ulaşabilmek MUSTAFA KEMAL PAŞA  için Doğu'da Ermenilere, Batı'da Yunanlılara karşı başarılı bir şekilde askeri mücadele vermiştir.Tehdidin Batı'dan gelmesinden dolayı Doğu'ya yönelik bir politikaya önem vermiştir.
Türk dış politikası Batılı ülkelere karşı Sovyetler Birliğine dayandırılmıştır.

İslam ülkelerinin desteğini kazanmak için islam faktöründen yararlanılmıştır.Özellikle Hindistan müslümanlarının yarattıkları hilafet akımı etkili olmuş. Bu akım Türk tezini ve haklılığını dünya kamuoyuna duyurmuştur. 


 İslâm ülkelerinin desteğini kazanmak için İslâm faktöründen, yani dini temadan da yararlanmıştır. Özellikle Hindistan Müslümanlarının yarattıkları hilafet akımı belli bir ölçüde etkili olmuştur. Bu akım Türk tezini ve haklılığını dünya kamuoyuna duyurmakla kalmamış, Türk milletine en zor anlarında maddi ve manevi yardımda bulunmuştur.